Madem Ki Vakit, İrfan Vaktidir!
Türkiye Cumhuriyetinin banisi Mustafa Kemal Atatürk, “Öğretmenler, Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister” derken, fikri, vicdanı, irfanı “hür” diye bir kavrama işaret eder.
Hür olmak hiçbir kısıtlama ya da hiçbir zorlamaya veya hiçbir şarta bağlı kalınmaksızın demektir. Başkasının kölesi yada boyunduruğu altında olmamak demektir.
Ne diyordu, rahmetli Mehmet Akif, İstiklal marşımızın 3.kıtasında; “Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım. / Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım! / Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım./ Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.”
Hazret-i Mevlânâ'nın 748. Vuslat Yıldönümü Uluslararası Anma Törenlerine damgasını vuran irfan vakti, köşe yazıma ilham kaynağı oldu.
İrfan hür olmalı! İrfan hiç kimsenin tekeline girememeli! İrfan vakti de öyle…
İrfan hür oldukça, hürlüğünü muhafaza ettikçe, irfan vaktine kim ne karışır? Hele ki bizler, fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür bir geçmişten gelen insanlar olduktan sonra!
Vakit konusunu kim bulduysa, kim düşündüyse tebrik ediyorum. 2016 yılından buyana çok hoş, çok güzel, çok anlamlı başlıklar bulunuyor ve tespit ediliyor.
Keşke, bu başlıkları aça-aça yol yürüyebilseydik. Öyle yapmadık! O başlıkları zapturapt altına almak gibi bir açmaza, bir çıkmaza doğru yürümeye kalktık!
Ne mi oldu? Olacak olan, yani hiçbir şey!
Birlik denildi olmadı! Kardeşlik denildi tutmadı! Selam denildi, selam veren kalmadı! Vefa denildi, vefasızlık sardı sarmaladı çevremizi! İhsan denildi, ihsanı kaybettik türbe yolunda!
Şimdi de irfan vaktindeyiz!
Nedir irfan? İnce fikir, incelik, nezaket, kültür, kendini bilmek, kendini bulmak!
*****
Vakit bir türlü o vakit değil! Gelmiyor, gelemiyor! Ne zaman gelecek Hz. Pir’i memnun edeceğimiz, onun yüzünü güldüreceğimiz, onu Konya’da şad edeceğimiz, yad edeceğimiz vakitler?
Bu vakitler, temcit pilavından ileriye gitmeyen, bu yılda Pandemi mazeretinin ardına sığınılan, Hz. Pir’e yaklaşmayan, yakışmayan, yakınından bile geçmeyen, yeknesak, yine tipik, birbirinin aynı programlardan biri daha icra ediliyor.
İrfan kavramı içindeki o ince fikir nerede?
İrfan, irfan vaktinde gözleri dolu dolu ayrılacak yine şehrimizden.
Hani irfan diye! Hangi irfan diye! Herkesin irfanı ayrı mı diye diye!
Adı irfan vakti olan bir programda irfanı bulamadık, irfanı hissedemedik, Mevlana’nın kokusunu hissedemedik demeyecekler mi insanlar!
Yıllardan beri temcit pilavı misali ısıtılıp-ısıtılıp bıkmadan usanmadan önümüze getirilen programlarla olmuyor, gitmiyor, yürümüyor!
Herkes anladı, bir bu programlarda ısrar edenler mi anlamadılar bu hakikati?
*****
Hz. Mevlânâ, bizarem diyor ya hani…O bizarem dedikçe, adımız Hıdır elimizden gelen budur demeye devam ediliyor!
İşimiz onu anmak yad etmek falan değil, şöylesine, öylesine, böylesine anıp geçivermek!
Konya ve Mevlânâ bu programların çok daha anlamlı olanlarına layık değil mi? Neden her geçen yıl daha da sönük, daha da hüzünlü, daha da biçare geçiyor?
Hangi vakitte göreceksiniz? Hangi vakitte fark edeceksiniz? Hangi vakitte yanlışlardan döneceksiniz?
Elimizde rahmetli Feyzi Halıcı gibi muhteşem bir örnek var!
Onun açtığı yoldan gitmek varken, o yolu daha da geliştirmek, zenginleştirmek elimizdeyken biz ne yapıyoruz?
Türkiye’nin en seçkin, en tanınan, en bilinen, en sevilen sanatçılarının o mahdut, o kıt imkanlar dahilinde koşa koşa geldikleri şehirde hani kim var?
Yine sen, ben, bizim oğlan!
Hatırlarsanız, alternatif Şeb-i Aruslar olduğunda, bu şehirden şöyle gümbür gümbür gür bir seste çıkmamıştı. İstanbul fark üstüne fark atmıştı…
Sanatçılarımız adeta İstanbul’dan Konya’ya, biz hepimiz buradayız, bizi neden çağırmazsın, neden davet etmezsin, neden görmezsin, neden duymazsın dercesine seslenmişlerdi! Hâlâ duyan yok, duyacak olan yok!
*****
17 Aralık gününü Hz. Mevlana’ya ayıramayan bir şehir olmanın hüznünü taşımaya devam ediyoruz.
Dükkan açma, fabrika açma hikayelerinden hala vazgeçemedik!
Dört dörtlük organizasyonlar yapmanın yine bir hayli uzağındayız.
Bu mu incelik?
Bu mu Hz. Mevlânâ’ya olan sevgimiz, bağlılığımız?
Üfürükten teyyare selam söylen o yâre…
İrfan vaktinde, gösterilemeyen incelik, nezaket ve hassasiyet ne zaman gösterilecek?
Hangi vakitte, hangi saatte?
Rahmetli Feyzi Halıcı çizgisinde, doğrultusunda ve onun gittiği yolda yürümemek için inat etme devam ediyor.
Bu kuru inat, Konya’yı yalnızlaştırıyor. İcra edilen programları her geçen yıl zenginleştireceğine daha da sönükleştiriyor!
Törenler kan kaybediyor. Hz. Pir’in kalbini kırmaya, onu incitmeye devam ediliyor!
Hâlâ bunun farkında değil misiniz?
Bu işe hangi isli pencereden bakıyorsunuz Allah aşkına?
*****
Zafer Meydanından İş Bankasına, İş Bankasından Şems Camiinin önüne kadar kısalttık sevgi ve saygı yürüyüşlerini! Oldu olacak, iki adım kalsın diye alın Mevlânâ Meydanına, yürüyüş diye bir şeyde kalmasın ortada!
Ne Meracel Bahreyn Kandili kaldı, ne de onun yerine ikame edilen Mecmâu’l Bahreyn! Kandil uyandırılırken, uyanmaktan, kendimize gelmekten, kendimizi bulmaktan çok korktuk galiba!
Görüldüğü üzere, hep aynı nakaratlarla, temcit pilavlarıyla olmuyor, yürümüyor bu işler?
Neredeyse resmileşen kadrolu sanatçılar, kadrolu isimler meselesini aşmayı hiç düşündünüz mü?
Konya, 7-17 Aralık arasında sanatçısıyla, sanatkarıyla hasılı tüm Türkiye ile buluşmalı, kucaklaşmalıydı. Yıllardan beri savunduğumuz, ileriye sürdüğümüz konu bu.
“Benim oğlum binâ okur döner döner yine okur” denmeye devam. Yani aynı şeyleri tekrar etmeye, bir şey yapmaya çalışılsa da, aynı şeyleri tekrar etmekten öteye gidememe haline takıldı kaldı şehir!
“Çabalama Kaptan ben gidemem” gibi bir şey!
İrfanî tecrübe bugünler için lazım değilse, ne zaman lazım?
Madem ki, Hz. Pir’e göre irfan, kişinin kendini bilmesidir. O vakit, kendimizi bilmeye, kendimizi bulmaya, kendimiz olmaya doğru onun açtığı yoldan yürümemiz gerekmiyor mu?
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.