Erol Sunat

Erol Sunat

Pazar ola!

Pazar ola!

Sene bin iki yüzlerin sonları, bin üç yüzlerin başları … Fi tarihi de denebilecek bir tarih. Yer Anadolu…Ertuğrul Bey oğlu Osman Bey Beyliğinin başında. Oğlu Orhan yanında. Diğer oğlu Alaeddin Ali’de… Karesi Beyliği, Karamanoğulları Beyliği, Candar Oğulları, Germiyan Beyliği ayakta.

Selçuklunun son zamanları…

Hangi Beyliğin yıldızı parlayacak lafları dillerde…

Doğu Roma irili ufaklı Tekfurlardan ibaret kalmış. Her Tekfurun kendini İmparator gibi gördüğü zamanlar.

Kalelerin düştüğü, Osman Bey’in etrafında Oğuz boylarının birleştiği günler.

Kim ne derse desin ne yazarsa yazsın ne anlatırsa anlatsın, karışık mı karışık bir coğrafya….

Ancak öyle pazarlar var ki…

O pazarlarda dolaşmak bile cana değiyor.

“Pazar ola” o günlerden kalma…Pazarın şanından, pazara nezaket katan, tebessüm ettiren, aynı hitap şekliyle karşılıkta bulunulan bir kelam.

Öyle bugünkü gibi enflasyon falan yok…

Dolar yok, euro yok, sterlin yok, riyal yok…

Lakin, Doğu Roma altın parası yani Solidos var. Orhan Bey’in Gümüş akçesine de biraz zaman var.

Fiyatlarda güncelleme deseniz, o ne demek öyle diyorlar. Açıklamayı öğrendiklerinde ise öyle bir işe tevessül edeni yaşatmayız bu pazarda diyor, pazarı kontrol edenler.

Öyle biri bizim pazarlarımızda hem barınamaz hem de gelmeye kalksa başına iş alır.

*****

Eskiden beri Pazar gezmeye bayılırız. Bizim pazarlarımız sebze ve meyve bakımından zengindir. Avrupa’ya falan benzemez. Çünkü o pazarlara gelen ne varsa, kendi toprağımızda yetişir. Kendi çiftçimiz, kendi köylümüz yetiştirir.

Pazarcılara “Pazar ola” denir bu topraklarda. Hayırlı işler, hayırlı kazançlar anlamına gelir bu ifade…

Gelin bayağı bir eskilere gidelim.

Bu topraklarda pazarların kurulduğu, o pazarların insanları kaynaştırdığı, barıştırdığı, anlaştırdığı o hoş mekanlara gidelim.

Pazarlar gezene dolaşana, gözleyene ayna vazifesi görür.

Fakiri, yoksulu, çaresizi en iyi pazarlarda görürsünüz çünkü…

O pazarların kurulduğu zamanlarda, Beyler, Ağalar tebdili kıyafetle gezer dolaşırlardı pazarları. Pazardan doğru düzgün hiçbir şey alamayanların haneleri tespit edilir, bir küfe sebze ve meyve, kapılarının önüne bırakılırdı.

Bırakanı, kapıyı çalanı kimse bilmez, tanımazdı.

Üstelik görmezdi de…

Ya şimdi?

Pazar dağılırken, akşam karanlığı çöktüğünde var olan görüntüler yürek burkan, göz yaşartan cinsten. Lakin görmek istemeyenler duymak istemeyenler bu hazin ve iç parçalayan hali ıskalamaya devam ediyorlar.

Pazarlardaki aynaya asıl bakması gerekenlerin belli ki aynalarla araları yok. Aynayla işleri de kalmamış gibiler.

*****

Yüzyıllar öncesinin pazarlarında, en güzeli ve en inanılmaz olanı ne biliyor musunuz?

Hile yok, hurda yok…

Tartı fazla-fazla tartıyor, helali hoş olsun diyerek…

Okka diye bir ölçü var.

1282 grama denk…

O pazarlardan her ne alınırsa okka-okka alındığı bir dönem…

Yalan yok…Aldatma yok…Kandırma yok…Üçe aldığını, elli üçe satmak yok…Kul hakkına girmek yok…

Hak yiyenin…Haksız kazanç sağlayanın cezasını pazardaki esnaf veriyor…

Sen ki diyorlar dürüst olacağına söz vermiştin, hakkından fazlasını istemeyecektin, tamah etmeyecektin…Sonra da diyorlar ki, senin bu pazarda bundan gayrı işin kalmadı. Var git nerede pazarcılık yapacaksan yap…

Ürünlere gelince “halis muhlis” birinci elden. Yani bizatihi üretenin kendi tarlasından, kendi bahçesinden.

Sebze, meyve de aracı yok, halci yok, komisyoncu yok…

Birinci elden halka…

Fiyatlarda zam diye bir şey nedir, ne anlama gelir kimse bilmiyor …

Akşama doğru, bir ürün yalnızca kendinde kaldığında astronomik fiyat çekmek diye bir şey de yok…

Diyeceksiniz ki, hayırdır neresi orası?

Kaldı mı öyle Pazar?

Vardı öyle pazarlar…

Halk o Pazar esnafından razıydı, esnaf da ona müşterilik yapan o insanlardan…

*****

Şimdiki pazarlarda ne arasanız var…

Var amma…

Günümüz kilosu ceplere ağır, cüzdanlara kahır…

Emekli kardeşlerimiz, yarım kilo sebze ya da meyve alırken bile üç kere düşünüyor. Yedi bin beş liranın alım gücünden pazara ne pay düşmüşse artık!

Pazarcı kardeşlerimiz yarım kilo diye yazmışlar, koymuşlar tezgahlara. İyi ki öyle yapmışlar.

Yarım kilo taze fasulye, yarım kilo ıspanak, yarım kilo dolmalık biber, yarım kilo bamya, yarım kilo üzüm, yarım kilo erik, iki tane şeftali, iki tane elma…

Pazarına göre toplayın bakalım kaç lira vereceksiniz?

Bu sayılanların içinde yağ yok, peynir yok, zeytin yok, kırmızı et yok, beyaz et yok, çay yok, şeker yok…

Of… diyen diyene…

Eskiden olsa Of Trabzon’a 50 kilometre derlerdi de insanların yüzünde bir gülümseme belirirdi. Şimdi o yüzlerde ne gülümseme kaldı ne tebessüm…

Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır babında bir of, çekilen oflar…

Nihayetinde, yarım kilo yazan fiyat etiketleri, fiyat bazında teselli gibi…

25 lira, 20 lira, 15 lira, 10 lira yazıları artık yarım kiloyu gösteriyor.

Kilo-kilo sebze ve meyve almaya alışık olan insanımızın içi burkuluyor, hüznü yüzüne vuruyor.

*****

“Pazara pazara sakın gelme nazara” diye söylenen tekerlemeler vardı ya hani…Şimdi cümle tekerlemeleri aldık kaldırdık rafa…

Pazarcılar artık, sebze ve meyve satarken o neşeli, bağırmayı da bıraktı…Ne o eski neşeleri var ne de pazara gelenlerde bir istek ve canlılık. Çünkü ne pazarın neşesi kaldı ne de pazara gitme neşesi.

Artık “Pazar ola” diyende yok…Bu hitabı duyan da…

Pazara gelenlerin büyük bir çoğunluğu birkaç parça bir şey alabiliyor. Bir zamanlar elli liraya dünya kadar sebze ve meyve alabilen insanlar, o paraya bir kilo taze fasulye bile alamıyorlar artık.

“Pazar ola” diyeceğiz demesine de ne desek nasıl söylesek bilemiyoruz…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Erol Sunat Arşivi
SON YAZILAR