Sosyal medya saldırılarından evladımızı korumalıyız!
Din nedir sorusunun cevabı Kur’an-ı Kerim'in Ali İmran suresindeki ayette “Allah katında din ancak İslam’dır” olarak verilmektedir.
Dinin tanımına gelince: din insanları kendi özgür iradeleriyle sadece doğruya ileten ilahi bir yasadır.
Buradaki 3 şeye dikkat edelim:
Bir: ilahi bir yasa oluşu
İki: insanlardan özgür irade sahibi olanlara hitap etmesi ve zorlamaması
Üç: sadece iyiliğe sevk etmesi.
Bu bakımdan ele aldığımızda İslam dini evrendeki en büyük iyilik hareketidir.
İnsanların zararına hiçbir şeyi emretmediği gibi faydasına olan hiçbir şeyi de yasaklamamıştır. İslamiyet'in tebliğ esasındaki “iyiliği emretmek kötülükten sakındırmak” maddesi de bunu açıklayan özgün bir maddedir.
Bu durumda İslamiyet yani Allah'ın dini insanların hem dünyada hem ahirette mutluluğunu hedef alan bir ilahi sistemdir. Buna rağmen inanmayanların inananları daima horlaması, onları imanlarından dönmeye zorlaması ve onları küçümsemesi ne ile ifade edilebilir? Bunların amacının doğru olduğunu, niyetlerinin sağlıklı ve iyi niyetli olduklarını düşünmek imkânı var mıdır?
Sosyal medyanın kirli ortamında akıl almaz yalanlar, iftiralar ve bühtanlarla dolu haberler, yazılar çıkmaktadır. İnanmayanlar tarafından inanan Müslüman gençliği İslam’dan soğutmak için masa başında akıl almaz çarpıtmalarla dolu haberlerle paylaşımlar yapılmaktadır.
Bunlar arasında İslamiyet’in şiarından olan nice ibadetlerimiz ve yaptığımız sünnetler hafife alınmakta bazılarının Hristiyanlıkta da olduğu, Yahudilikte de olduğu gibi saçma sapan hezeyanlar savrulmaktadır. Bu tür yayınlardan korumak için çocuklarımıza güzel eserler okutmalı ve devamlı takip altında tutarak güzellikle onlara imanımızın ve İslam'ın esaslarını anlatmalıyız.
Asla İnanılmayacak beş Paylaşım Türü!
1- yazıları resim yapıp altına da ünlü bir ilahiyatçının adını yazarak İslam'a yapılan saldırılar.
2- En sonuna “alıntı” yazarak veya ünlü bir yazarın adını koyarak mukaddesata yapılan saldırılar.
3- Müslümanların hatalarını ve günahlarını öne sürerek İslam’ı karalamaya dönük saldırılar!
Unutmayalım ki bu ülkede ve dünyanın her yerinde Müslümanların yaptığı hatalar haber olur. Bu bakımdan İslam'la Müslümanı özdeşleştirme anlayışına sahip olan bir toplum önünde hata ve günah işleme lüksümüz yoktur.
4- Allah'ın ilim sıfatının bir tecellisi olan bilim ile ebediyet sıfatının tecellisi olan din arasında çelişki ve uyuşmazlık olduğuna dair paylaşımlar!
5- “Kur’an’da / dinde olmayan ama var sanılanlar” gibi başlıklarla çıkan, tamamen sahte paylaşımlar. Gençlerimizi ve kendimizi bu tür sapık ve sapıtan paylaşımlardan uzak tutmalıyız. Neyin İslam ve onun kutsal kitabında var ya da yok olduğunu uzman din adamlarından ya da en yakın müftülerimizden öğrenebiliriz. Sağlam ve güvenilir şahsiyetlerin yazdığı kitaplardan da bilgi edinebiliriz.
Kur'an bize yeter ve buna benzer görünüşü çok saf ama altında iyi niyet bulmanın imkânsız olduğu cümleleri sık sık duyarız.
Kur'an-ı Kerim defalarca anlattığımız gibi yüce Peygamberimizin 23 yıl parça parça üzerine ayetlerin geldikçe hadisleri ile sünnetleriyle hareketleriyle yaşam tarzıyla tefsir edip bize uygulamamız tebliğ ettiği büyük bir Mukaddes kitaptır.
Mukaddes kitabımız Kur’an-ı Kerim meallerden okumakla dinimiz asla öğrenilemez, çünkü Kur’an-ı Kerim olayları sırasıyla ve insanların ibadetlerini itikatlarını bir kategoriye tabi tutarak vermez. Kur’an-ı Kerim o günkü insanların ihtiyaçlarına göre parça parça inen ve her ayetin iniş sebebi bulunan bir kutsal kitaptır.
Onu meallerden öğrenmeye çalışmak bir yere kadar normal karşılanabilir peygamberlerin kıssalarını, evrenin yaratılışını, kâinattaki Allah'ın mucizelerini bizlere öğreten yüzlerce ayet vardır. Ama bunun yanında müteşabih denilen karışık, anlaşılması güç ayetler de vardır, işte buraya geldiğimiz zaman tıkanırız ve zor durumda kalırız böyle zamanlarda imdadımıza tefsirler yetişir Peygamberimizin uygulama biçimleri yetişir. Bu nedenle Kur’an’ın yanında ikinci ana kaynağımız sünneti bypass etmek mümkün değildir.
Her Müslüman Kur’an ve sünnetten ahkâm çıkaramaz!
Müslümanlar günlük ibadetlerini, mükellefiyetlerini ve insani ilişkilerini nasıl olacağını ilmihal kitaplarından öğrenmelidir. Çünkü Kur’an ve sünneti yüz yıllarca didik didik ederek mum ışığında ömürlerini kitap yazmakla tüketen bilginlerimiz mezhepler oluşturarak bizleri sağlam kalelere koymuşlardır.
Müslümanlar bir mezhebe uymadan dinlerini yaşayamazlar!
Bu cümleye itirazlar sadece bilginlerden gelebilir ki onlara da “buyurun siz de içtihatlarınızı özellikle farklı olanları gösterin” denebilir. Kur’an ve sünnetin diline vâkıf olan derin âlimlerin içtihat kapısı açıktır. Ancak bunların da en dikkat edecekleri husus: geçmiş âlimleri, İslamiyet’i Kur’an ve sünnetten hayatımıza uygulayacağımız hale getiren âlimleri küçümsemeden, onları yok saymadan ve eserlerini ötelemeden tevazu içinde olmalarıdır.
Müslümanlar bir mezhebe uymak zorundadır!
Mezhebe uymadan bir İslami hayat Araplar da dâhil hiçbir dil mensubu için mümkün değildir. Mezhebe uymadan İslami hayat tam bir fitne ve kaos ortamına yol açar. Bu takdirde dinini meallerden öğrenmeye çalışan iki milyar Müslümanın sayısınca mezhep oluşur, bu kaos değil de nedir? İşte, Kur’an bize yeter, Kur’an Müslümanlığı denen şey bunu hedeflemektedir.
Müslüman Olarak Dikkat Etmemiz Gerekenler
Ci cı, çi çü, cü cu, benzeri son ek almış bütün oluşumlar birer cemaattir.
Doğal olarak, insani, beşeri ve duygusal bir gerçektir ki bu tür son ek almış herhangi bir teşekkül kendisini en doğru kuruluş olarak nitelendirerek diğerlerini daha aşağıda görecektir.
Bir Müslüman olarak İslam akaidine iman eden her Müslüman kardeşimizdir. Doğru yolda olan her tarikat ve cemaat İslam’a hizmeti bir şiar edindiği sürece bir sakıncası yoktur.
Ancak bu tarikat ve cemaatlerin “en doğru benim” ya da “tek doğru benim” diyerek diğerlerini küçümsemesi asla kabul edilemez. Özellikle maneviyatı esas alan tarikat ve tasavvuf erbabının diğerini küçümsemesi en büyük günah olan kibir ve gurura girer ki bu kendisi için bir yıkımdır.
Son yıllarda bazı tarikatların iç kavgalarını ekrana yansıtmaları esef vericidir. Hele bu tarikatların en mahrem tasavvufi bilgi ve ritüelleri anlatıp tarif etmeleri bir fecaattir.
Bu konuların ve genel anlamda tarikat ve cemaatlerin denetimi için Osmanlıların son döneminde çıkarılan ancak tam olarak uygulanamadan devletin yıkıldığı “Meclis-i Meşayih Nizamnamesi” hayata geçirilmelidir.
Meclis-i Meşayih Nizamnamesi nedir?
Günümüz Türkçesine çevirdiğim ve inşallah kitap olarak da basılacaklar arasında olan meclisi meşayih nizamnamesini birkaç cümle ile şöyle özetleyebiliriz;
Ülkenin neresinde olursa olsun bütün tasavvuf okulları, tarikatları merkezde merkezi yönetime bağlı Şeyhülislamlık veya günümüzde diyanet işleri başkanlığı denetimi altında olacaktır.
Bu denetimin amacı Kur'an ve sünnete aykırı hiçbir tasavvufi görüşün tarikatlarda veya onların uygulama alanlarında yer almaması esas alınacaktır.
Ülkede bulunan bütün tarikat ve tasavvuf erbabının bir temsilcisi kurulan encümene üye olarak katılacaktır.
Bu encümen bütün ülkedeki tasavvuf yollarını denetleyecek, görevi bitenlerin yerine yeni görevler kendileri arasından en ehil ve layık kişiye verilecek, asla layık olmayan hanedan üyesi ya da bir yakına görev verilmeyecektir.
Tasavvuf okullarının ve tarikatların halk ve çevresindekilere tebliğ vazifesiyle görevli oldukları İslam hakkında yalan yanlış bilgiler verilmesine müsaade edilmeyecektir.
Tarikatların kurdukları vakıflar, bu vakıfların faaliyetleri âlimler encümeninin denetiminde olacaktır.
İslam'a aykırı olmadıkça, Kur'an ve sünnete zıtlık teşkil etmedikçe hiçbir faaliyete mani olunmayacaktır.
Bütün tarikatların birer üye ile katıldığı encümenin denetiminde esas olan İslam'ın Kur'an ve sünnet gibi ana kaynaklarımıza aykırı olmadıkça her tarikat ve tasavvuf yolunun kendi sistemine, ilkelerine ve ölçülerine göre hizmet etmesine bir engel çıkarılmayacaktır.
Demokratik cumhuriyetler bir hukuk devleti olarak yasalara aykırı tüzük taşımayan ve harekette bulunmayan hiçbir tarikata ve cemaate müdahale etme salahiyetine haiz değildir.
Muhtelif inanç sistemlerinin bir arada yer aldığı ve cemaatlerinin aynı çatı altında yaşadığı ülkelerde laiklik akıllıca bir buluştur. Böyle ülkelerde kimse kimseye hakaret edemez, haklarına tecavüz edemez ve rahatlıkla faaliyetini sürdürür.
Hatta gelecek dünyada bu laiklik öyle gelişebilir ki isterlerse her dinin ve inancın topluluğu için inandıkları hukuku uygulayacağı bir altyapı bile geliştirilebilir. Nitekim İslam’ın ilk devleti olan Medine devletinde bu başarılmıştır:
Yüce peygamberimiz (sav) Medine Sözleşmesi adlı anayasa ile her dinin kendi hukukunu uygulamasını hayata geçirme fırsatı vermiştir. Bu husustaki ayet-i kerime şudur:
“İncil’e tâbi olanlar da Allah’ın onda indirdikleriyle hükmetsinler. Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar fâsıkların kendileridir.” (Maide 47)
Tevrat’a inanan Yahudiler için de aynı hüküm geçerlidir ve isterlerse kendi naralarında onu uygulayabileceklerdir, Buna da şu ayet imkân vermektedir:
“Şüphesiz Tevrat’ı biz indirdik. İçinde bir hidayet, bir nur vardır. (Allah’a) teslim olmuş nebiler, onunla Yahudilere hüküm verirlerdi. Kendilerini Rabb’e adamış kimseler ile âlimler de öylece hükmederlerdi. Çünkü bunlar Allah’ın kitabını korumakla görevlendirilmişlerdi. Onlar Tevrat’ın hak olduğuna da şahit idiler. Şu hâlde, siz de insanlardan korkmayın, benden korkun ve âyetlerimi az bir karşılığa değişmeyin. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir.” (Maide 44)
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.