“Derdimi Ummana Döktüm!”
Süleyman Nazif’in güftesini yazdığı, Şerif İçli’nin bestelediği, “Derdimi ummana döktüm” adlı Hicaz şarkının dizeleri şöyle; “Derdimi ummana döktüm âsumâna inledim / Yâre de âğyâre de hal-i derûnum söyledim / Âşina yok derdime ben söyledim ben dinledim / Gözlerim yollarda kaldı gelmedin çok bekledim.”
Bugün dertli derdini söylerken dertsizlerin umursamazların canı sıkılıyor, derdini anlatması bitse de, bir başımdan gitse deniyorsa durum vahim demektir.
Gerçek dertliyi dinlemek yerine yalandan ağlayanları, yaygara koparanları, ağladığını paylaşarak şu kadar ağladı, bu kadar ağladı, şöyle dertli, böyle sıkıntılı diye birilerine anlattıranların dinlendiği bir dünyamız var.
Derdini söylemeyen derman bulamaz diyen de biziz, ağlamayan çocuğa meme vermezler diyende…
Derdini anlattı da, bakan mı olmadı, ilgilenen mi olmadı diye savunmaya geçende…
Derdi olan, rahmetli Süleyman Nazif’in dediği gibi, “derdimi ben söyledim, ben dinledim” durumunda.
“Derdinizi biliyoruz, ne diyeceğinizi biliyoruz, çalışıyoruz” benzeri lafları onlarca yıldan beri duyarak geliyoruz. 2020 yılında insanımız daha da dertli…
Korona’dan kaybettiklerine mi yansın, maddi imkansızlıklarla boğuştuğuna mı?
İşini gücünü kaybettiğine mi yansın, işsiz kaldığına mı, ekmek teknesi olan dükkanını kapattığına mı?
Hazirandan bu yana tam olmasa da normal hayata geçiş yapan insanların yüzünde umut ışıkları yok! Onun yerine karamsarlık, önümüzdeki aylarda ne olacak belirsizliği var.
Esnafın kazancı bir hayli düşmüş durumda. İşsiz sayılarında ve özellikle diplomalı genç nüfusun iş bulmak için başvurdukları bütün kapılardan eli boş dönmesine çare bulunmuş değil.
Atama bekleyenlerin atamaları yapılamadı. Emeklilerin, asgari ücretlilerin aldıkları ücretlerin, artan değil patlayan fiyatlar karşısındaki çaresizliği devam ediyor. Açıklanan rakamların çok daha üzerinde olduğuna artık herkesin kalıbını bastığı enflasyon karşısında ne yapacağını şaşırmış bir halde olan vatandaşın hali ve ahvali, derdimi ummana döktüm almadı denecek cinsten.
VERGİ HİKAYESİ
Anlatırlar ki…Memleketin sultanı, halkına yeni vergiler koymuş, çağırmış Vezirini. Şöyle demiş Tebdili kıyafet eyle halkın arasına bir gir dolaş, ne diyor ahali, bu vergiye alışmışlar mı, sor soruştur, tahkik eyle. Vezir tebdili kıyafet eylemiş, birkaç has adamını da alıp, ahaliyi bir hafta-on gün kadar dolaştıktan sonra, varmış Sultan’ın huzuruna;
Sultanım demiş biraz gerginler, surat savat bir karış olmuşlar. Vergileri çok artırmadık mı?
Yok demiş Sultan, bugün yarın alışırlar, hatta üç gün sonra unuturlar bile.
Gel zaman , git zaman, vergiler azar azar olsa da artış gösterdiyse de ahali pek fazla ses çıkarmıyormuş.
Sultan, aradan üç-beş sene geçtikten sonra çok daha büyük vergiler koymuş. Alışveriş durmuş, hayat durmuş, çarklar dönmemeye başlamış.
Çağırmış Vezirini git bir dolaş ahaliyi demiş, ne yapıyor ahali, durumlar ne ahvalde? Ne yapıyorlar bu vergiler karşısında?
Vezir müsaade isteyip karışmış ahalinin arasına gezmediği dolaşmadığı yer kalmamış. Sultanın yanına döndüğünde…
Ben bu işten hiçbir şey anlamadım Sultanım demiş, yeminle kafam karıştı. Son koyduğunuz vergiler sonrasında ahali işini-gücünü bırakmış sokağa dökülmüş, esnafla el ele vermişler halay çekiyorlar, kimi yerlerde çiftetelli oynayanlar var. İnsanlar ne yapacaklarını bilemez halde sevindirik mi olmuşlar maazallah daha başka bir şey mi, dilim varmıyor! Akıllarını yitire yazmışlar diyeceğim diyemiyorum.
Aman demiş Sultan bu hal, hal değil, ahali bu haldeyse, bu vebalin altından hiçbirimiz kalkamayız. Ardından da buyruğumdur demiş hemen tellallar çıksın dolaşsın, koyduğum vergilerin tümünü kaldırdığımı ilan etsinler. Fakir-fukaraya yardım edilsin, borcu-harcı ödensin, erzak dağıtılsın, esnafa kendini toparlayacak miktarda akçe verilsin.
Kıssadan hisse derler ya, dert dinleyen olduktan sonra, dertlere derman olunduktan sonra, yapılan hatalardan dönüldükten sonra, ortalık güllük gülistanlık olur denmiştir.
“DERT BİR DEĞİL ELVAN, ELVAN”
Derdini anlattın, dinledim demek çare değil. Artık bıçağın kemiğe dayandığı zamanlar. Kış mevsimi esas yüzünü henüz göstermedi. Soğuklar başladığında, insanlar odun-kömüre, hele hele doğalgazı yakmaya başladığında gelecek faturaların altından nasıl kalkacaklar?
Şu anda elektrik ve doğalgaz faturalarını geçmiş olan su faturası, birincilikteki yerini birkaç ay sonra doğalgaza bıraktığında ne olacak?
Doğalgaz faturasını ödeyemediği için kışta-kıyamette doğalgazı kesilen insanların halini anlatacaklar ekranlarda…
Derdini anlatan olacak, anlatamayalar daha fazla olsa da, seslerini ne duyuramayacaklar!
O sesleri ulaşamayanları kim arayacak, kim bulacak meçhul!
Gıda harcamalarında, fırsatçılara dur denilememesi, çarşı-pazardaki ürünlerde ki birkaç aylık rahatlamanın kaybolmaya başlaması, marketlerin her ürün fiyatına irili ufaklı dokunuşları karşısında ne yapsın insanlar? Dertlenmesinler de ne yapsınlar?
Bu kadar fiyat artışı karşısında ne yapılabilir? Nasıl durulabilir, daha ne kadar dayanılabilir?
Maaş ve ücretlere dokunuş yapılması şart!
Şart lakin, açıklanan enflasyon rakamları Ocak ayı zamlarının çok da, ümitvar olamayacağı yönünde…
Bir başka endişede, müjde diye açıklanacak zam rakamlarından sonra, o para insanların eline geçmeden, yeni zamlarla eriyip gitmesi…
“Dert bir değil elvan, elvan” diyor ya o güzel türkü…Arzuhalimizi yazacak bir katipte yok, anlatacak birileri de…
DERT BABASI!
Eskiden dert babası insanlar vardı. Dertli derdini ulaştırsa da, ulaştırmasa da, onlar bilirlerdi, anlarlardı insanın yüzünden, yürüyüşünden, sesinin tonundan… Derdi, sıkıntısı her neyse çözer, halleder, insanları rahatlatırlardı.
O insanların tamamı aramızdan ayrılıp gittiler.
Onların yerlerine benciller, egoistler, kendinden başkasını düşünmeyenler, bir senin mi derdin var, sen beni dert babası mı sandın diyenler var.
Keşke dert babası olabilselerdi.
Keşke yaptıkları iyilikleri, kimlerin sıkıntısını çözdüklerini reklam etmeselerdi, sağda-solda anlatmasalardı, insanların onurlarını kırmasalardı.
Bugün, öyle dönemlerden geçiyoruz ki, büyüklerimiz, siyasilerimiz, hali vakti yerinde olanlarımız dert babası olmak zorundalar. Dert dinlemek zorundalar.
Korona’nın vurmadığı sektör, zarar-ziyan açmadığı, titretmediği, ürkütmediği, korkutmadığı, dağıtmadığı, perişan etmediği, paramparça edip ortaya saçmadığı insan kalmadı.
Bu insanları bugün dinlemesi şart olanlar, bugün dinlemeyeceklerse ne zaman dinleyecekler?
Bugün yaraları sarılmayacaksa ne zaman sarılacak, ellerinden tutulmayacaksa, ne zaman tutulacak?
Acele dert dinleyecek dert babaları aranıyor desek, o baba benim diyen kaç kişi çıkar?
DERTLERE DERMAN YARALARA MERHEM OLMAK!
Dertlinin biri, dert dinler denilen birinin kapısına varmış. Sonunda almışlar içeri.
Adamcağız girmiş içeri anlatmış derdini, sonra da çıkmış gitmiş…
Dert dinleyene demişler ki, gelen çok dertliydi, dinledin mi derdini? “Valla demiş, bir şeyler anlatıyordu galiba ya, o anlattı, ben esnedim durdum. Ortalara doğru her anlattığını duyuyorum der gibi başımla tasdik ettim sadece, sahi neymiş bunun derdi?”
Dertliler dertlerini anlatacak kapı arıyorlar. Biz bu kapı meselesinden çok çektik. Kapının adı her ne olursa olsun, birinden geçseniz, diğerinden geçemiyorsunuz.
Açın şu kapıları artık, dinleyin şu dertlileri, dertlere derman, yaralara merhem oldunuz da, size Allah razı olsun demeyen mi oldu?
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.