Ebedî Mirasımız/3
Dede Korkut’un günümüze uyarlandığı özgün bir çalışma olan ‘Korkut Ata Ne Söyledi?’ hakkındaki yazılarımın üçüncüsünü bugün ilginize sunuyorum ve konuya nokta koyuyoruz.
Dede Korkut kitabındaki belki de en bilindik hikâye Deli Dumrul’dur. Hatırlayalım mı asıl hikâyeyi; “Duha Koca oğlu Deli Dumrul, bir kuru çayın üstüne köprü diker, geçenden de geçmeyenden de akçe alır. Bunun sebebini de erliğinin, yiğitliğinin yayılması olarak açıklar. Köprü üstünde birinin ölmesi üzerine Deli Dumrul, bu yiğidin canını alan Azrail’in gelip kendisiyle savaşmasını ister. Bu başkaldırı üzerine Allah, Azrail’i Deli Dumrul’un canını alması için yollar. Deli Dumrul, Azrail’i bir türlü yakalayamaz ve Allah’ın birliğine iman eder. Bir can getirmesi şartıyla canı bağışlanacaktır. Annesi de babası da kabul etmez. Artık öleceğine inanan Deli Dumrul, karısıyla helalleşmeye gider. Karısının kendisine canını vermesini kabul etmesi üzerine Allah’a “Ya ikimizin canını de canını al ya ikimizi de yaşat.” der. Allah ikisine de 140’ar yıl ömür verir. Annesi ve babasının da canını alır.”
Deli Dumrul’u kitapta İsmail Özen yeniden yorumlamış. Özen’i hemşehrilerim ve okurlarım iyi bilir. Hayatının bir döneminde Konya’da bulunan, üniversiteyi Konya’da okuyan ve kültür sanat mahfillerimizde iz bırakan İsmail Özen’in ‘Karlı Bir Gece Vakti’ adlı kitabında olaylar Konya’da geçiyordu hatırlarsınız ve bu kitap hakkında da bir iki yazı yayınlamıştım, internet sitemizde bulabileceğiniz. Konuyu daha fazla dağıtmadan ‘Korkut Ata Ne Söyledi?’ ye devam edeyim…
Özen’in uyarlama hikâyesinde ölüm döşeğindeki ninesinin biraz daha yaşaması için yalvaran fedakâr bir kadının dualarına cevap veren meleklerin; “kaderi ancak duanın değiştirebileceğini, ölüm vakti geldiğinde kendilerinin verilen emri yerine getirdiklerini söylemeleri odağa alınır. Yani İsmail Özen asıl hikâyedeki ölüm anı ve ölümden kurtuluşa odaklanmıştır. Zaten Dede Korkut Hikâyelerinin hemen hemen tamamında ölüm sıkça anılan bir konudur. Rüyalarla ve hayallerle iç içe verilen diğer Dede Korkut hikâyeleri gibi İsmail Özen de bu minvalde bir üslûp benimser.
Bir diğer çok bilindik hikâye olan ve kitabın fikir babası Aykut Ertuğrul’un yorumladığı Tepegöz’ün aslını bir hatırlayalım önce; “Basat, Uruz Bey’in Oğuzlar’ın göçü sırasında düşürülüp bir aslan tarafından büyütülen oğludur. Uruz’un çobanı Oğuzlar’ın yaylaya göç ettikleri sırada bir peri kızıyla çiftleşir. Peri kızı, bunun acısını Tepegöz’ü (çobandan olan çocuğu) Oğuzlar’ın içine salarak çıkarır. Tepegöz, çocukların kulaklarını, burunlarını yer; adamları yiyerek öldürür. Basat’ın kardeşi Kıyan Selçuk da Tepegöz yüzünden ölmüştür. Basat gider ve kardeşi uğruna Tepegöz ile savaşır. Önce gözünü yok eder; sonra da öldürür.”
‘Tepegöz’ hikâyesi, kitaptaki uzun hikâyelerden biri. Ertuğrul genel olarak hikâyenin konusuna ve şekil yapısına, ara bölümlerin isimlendiriliş ilkelerine bağlı kalmış; fakat ‘ismi hak edince alma’ detayında belirsizlikler, ismi hak etme kuralına uymama dikkatimden kaçmadı. Fantastiğe ve büyülü gerçekçiliğe düşkün ve bunu eserlerine yansıtmada hüner sahibi olan yazar, ileri atlayış ve geri dönüşlerle güzel bir iş kotarıyor bence. Metnin uzunluğuna rağmen okur hikâyeden kopmuyor, merak ve ilgisi hep canlı kalıyor doğrusu.
&&&
Artık konuyu bağlayalım. ‘Korkut Ata Ne Söyledi?’deki hikâyeler, uzunlu kısalı dört-yirmi sayfa arasında değişiyor. Korkut Ata’nın hikâyelerinin yeniden yazılması çağrısına kayıtsız kalamayan yirmi dört hikâyeci, yirmi dört hikâyeyle Korkut Ata’nın kelimelerini, sesini ve kimi zaman da sözlerini muhafaza ederek, hikâyeler aracılığıyla kendini, varlığını, zamanını ve yaşam serüvenini arayan insanları ve biz okurları başka başka yollara çağırıyor. Dedik ya davete icabet etmek gerekir, biz de bunu yapıyoruz, yapmalıyız…
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.