Enflasyonu yenmenin formülü
2018 yılında yaşanan ekonomik bunalımlar, devamında pandeminin getirdiği ağır koşullar, koca koca sanayi kuruluşlarının sonu belirsiz bir tarihe kadar paydos etmesi, özellikle Avrupa’daki pek çok ülkenin üretimden el çekmesi, insanların çalışamaması, çalışmamaya bağlı olarak üretimin durması…
Karşılığında ihtiyaçlar silsilesinde hiçbir değişimin olmaması, tüketimin aynı şekilde devam etmesi…
Devletlerin mağduriyet yaşanmaması adına vatandaşının cebine ekstradan para koyması… Parası olanın bunu tüketmeye çalışması…
Neticede her alanda arz – talep dengesi altüst olmuş durumda. Bugün A’dan Z’ye, iğneden ipliğe aklınıza gelebilecek her şeye büyük talep var. Talep var ama ortada ürün yok!
Talebin çok ürünün yok durumunda olması ise aslında bugün tüm dünyanın ve özellikle ülkemizin mücadele ettiği enflasyonu da beraberinde getirmiş durumda.
Bir şey ne kadar çok talep görüyorsa, değeri o kadar yükseliyor. Değerinin yükselmesi beraberindeki birçok şeyin ederini de peşinden sürüklüyor. Bununla birlikte paranın alım gücü günden güne düşüyor.
Dün, sınıflandırmadan, ayrıntıya girmeden, ihtiyaç olsun olmasın, herhangi bir şeyi alan insan bugüne göre kendini kârda biliyor. Çünkü dün almasaydı, bugün o ürünü daha yüksek fiyata alacaktı. Yarın ise bugünden daha yüksek fiyatlarla aynı ürün karşısına çıkmış olacak.
Bu anlattığım aslında enflasyonun da bir özeti.
Cebinizde farz-ı misal bin lira var…
Bugün bin lira ile 10 kilogram tereyağı alabiliyorsanız, yarın bununla ancak 9 kilogram alabileceksiniz.
Bu bakış açısı ve hatta öğrenilmiş çaresizlik insanları ihtiyacı olsun ya da olmasın daha fazlasını almaya sevk ediyor.
Piyasaya ürün temin edenler de bir anda artan talebi karşılamakta zorlanınca, ‘Madem daha çok ihtiyaç var, daha çok tüketiliyor ve ürün krizi var. O zaman bunun değeri daha da artmalı’ mantığından hareketle fiyatlarını köpürtüveriyor. Bir de bakmışsınız durum içinde bulunduğumuz hal!
Dün KTO Başkanı Selçuk Öztürk gazetemizi ziyaret etti.
Sağolsun…
Uzunca bir süredir kendisiyle görüşmediğimiz Selçuk Başkan ile bu vesileyle samimi bir sohbet ortamında uzun uzadıya konuştuk. Daha doğrusu Selçuk Başkan’ı konuşturduk, biz dinledik.
Gündem ekonomi, yükselen fiyatlar, ticaretin nabzı, Konya’nın ihracat rakamlarının sürekli artma eğilimindeki grafiği, bunun Konya’ya yansımaları ve yaşanan sorunlardı…
Konya’nın ihracat fazlası veren bir şehir, yani ihracatı ithalatından fazla olan bir şehir olduğunu öğrenmek açıkçası bir Konyalı olarak beni mutlu etti. Ülkeye, ülke ortalamasının üzerinde bir katkı sunabilmişiz.
Ama gelin görün ki, kriz hepimizin kucağında, sorunlar hepimizin sorunları. Yani Konya ihracat fazlası vermiş diye Konya’ya bir pozitif ayrımcılık yok. Olması da beklenemez.
Ticari tecrübelerinden istifade etmeye çalıştığımız Selçuk Öztürk perşembenin geleceğini çarşambadan görebilen, bugün yaşanan krizin de dünden çokça yol işaretleri verdiğini bilen biri… Bunu konuşmalarından anlayabiliyorum.
Bilmekle iş bitmiyor ama önlem almak için de bazen el mahkum kalabiliyor. Bir sorun yaşanacaksa, ona engel olunamıyor.
Bugünden yarına enflasyon krizini aşmanın deveye hendek atlatmak kadar zor olduğu gerçeği acı bir şekilde ortada.
Selçuk Başkan, Temmuz ayında vatandaşın alım gücünü daha iyi hale getirmek için çalışandan emekliye kadar her kesime bir iyileştirme yapılacağına garanti gözüyle bakıyor.
‘Bu iyileştirme sorunu çözecek mi?’ diye sorduğumuzda ise, yine ticari tecrübelerini konuşturarak, vatandaşın alım gücünü enflasyona entegre etme çabasının palyatif bir çözüm olacağını yani sorunu kökünden halledemeyeceğini söylüyor.
Anladığımız kadarıyla, sorunlar sarmalının ilk sırasında yer alan enflasyonun başını ezmek için tüketimi asgari düzeye indirip daha çok üretmeye dönük bir gayret içerisinde olmamız gerekiyor.
Cuma’nız hayrolsun.
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.