Vuslatın çiçeği
Güftesi ve bestesi Kâmuran Yarkın’a ait Mahûr makamında bir şarkı vardı.
Ayrılık rüzgârı…
İlk mısraları şöyle başlıyordu o güzel şarkının…
“Ayrılık rüzgârı gönlüme doğuyor / Vuslatın çiçeği açmadan soluyor”
Sonra günümüze de uyarlanacak mısralarla bezeliydi.
Nasıl mı?
“Sevgiler ümitler hep hayâl oldu / Aşkımız heyhât bir masal oldu” gibi…
“Ayrılık şarkısı söylüyor rüzgâr” gibi…
“Nerde hâtıralar” gibi…
Rüzgârın ayrılık şarkıları söylediği günlerdeyiz…Gönlüne ayrılık rüzgârı doğanlar, kapıyı çarpıp çıkıyorlar.
Bu durumu da vuslata ve vuslatın çiçeğine bağlayıp, ayrılık rüzgârı esti, gönül umudunu kesti, bize yol göründü, buraya kadarmış, kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgarına babında çekip gidiyorlar.
Artık ne derseniz deyin…Aşkların, sevdaların, yalan olduğu, talan olduğu masal olduğu günlerdeyiz.
Ne denecek daha? Güle güle sana yolun açık olsun mu?
Demek ki ortada vuslat falan yokmuş…İşin aslı astarı, başka vuslatlara zemin hazırlamakmış açmadan soldu diye göndermeler yapılan vuslat çiçekleri.
Yarın vuslat sormaz mı, ne istedin benden diye?
Demez mi, vuslatın çiçeği açmaz sen istedin diye?
Dönersen sırtını söz verdiğin yere, dönersen sözünden geri, küstürürsün vuslatı diye…
*****
Vuslat kavramının başı döndü yeminle, lakin, bizim dönmedi…
Neden mi?
Vuslat var… Bana vuslat deme var… Bana vuslatı anlat var… Vuslattan vuslata yol gider var…
Vuslatın aslı var. Göstermelik vuslatlarda ne var?
Vuslatın çiçeği her ortamda açar mı? Vuslat yolcusu, vuslat yolunda vuslatlardan kaçar mı?
Kaçmaz, kaçmasına amma…
Ey vuslat diye yola çıkan!
Bu vuslat nereyedir? Ne içindir? Rızası var mıdır, ayrılıp gittiklerinin?
Ayrılık rüzgârı esti denip kestirip atılmıyor meseleler…
Biliyorsunuz duruş diye bir şey var…
Sözünün eri olmak var…Ağır azam ağırlığınca yerinde durmak var…
Vuslat gönülle doğrudan alakalı. Nerede açacağı gönülle ilgili olan bir çiçek, vuslat çiçeği.
Vuslatı en iyi Selçuklunun Payitahtı olan Konya bilir. Vuslat sevenin sevdiğine kavuşmasıdır. Vuslatın çiçeği ise hoşgörü, sevgi ve barıştan ibarettir.
Ne diyordu Mevlâna, "Beri gel, daha beri, daha beri. / Bu yol vuruculuk nereye dek böyle? / Bu hır gür, bu savaş nereye dek? / Sen bensin işte, ben senim işte."
****
Şairler, yazarlar, ozanlar ayrılık denen derya deniz kavram üzerine çok şeyler yazdılar bugüne kadar.
Ayrılık var ayrılıktan içeri diyenler oldu…Ayrılık var sinsi mi sinsi de dediler. O ayrılık can evinden vurmaktı…Niyeti bir başka kapıya el sallamaktı…Göz kırpmaktı…
Geldiği gün, ayrılık şarkıları mırıldananlar için,
neden durmasınlar ki diyenler vardı. İyi niyetli düşünmüşlerdi. Yetmedi iyi niyet.
O gelenler her halleriyle demek istemişlerdi ki;
Ben bu çatının altına şimdilik kaydıyla geldim, eğrelti geldim, say ki misafirim, gel dediler, kırmadım, hatır dedim, gönül dedim, söz de verdim. Şimdi ayrılık denen o rüzgâr esmeye başladı. Hadi bana eyvallah.
Gittiğim çatı altında durur muyum, aradığımı bulur muyum bilemem. Lakin gitme zamanı…
Geldiği gün bu durumu anlayanlar oldu. Burada durmaz dediler, kalmaz dediler, onları kimseler dinlemedi.
Sevgiler ümitler bir hayal oldu, kalmak durmak bir masal.
*****
Rüzgâr durup dururken esecek değil ya…İşin içinde bir akıl çelen olacak…Hatta bir gönül çelen…
Ben getirdim, ben götürürüm diyen…
Rüzgâr önüne kattığını nasıl mı götürür?
Bazısını bile isteye…Bazısını güle oynaya…Bazısını davul zurnayla…Bazısını ikna denen metotla…Bazısını da düş önüme karışma işime diye…
Diyorlar ki, beni öyle her rüzgâr önüne katamaz, alıp götüremez, bana bahar yeli, güz yeli işlemez…
Bu ne mi demek?
Herkesi götürecek bir rüzgâr mı var?
Kimi meltemle…Kimi lodosla…Kimi poyrazla…Kimi borayla…Kimi tayfunla…Kimi kasırgayla…
Kimi bir bilinmez fırtınayla…
Bir rüzgarla gelinir, bir diğeriyle gidilir mi? Rüzgârın getirdiği, rüzgârın götürdüğü dense de, rüzgârın gücünün yetmedikleri yok mu?
*****
Ayrılık rüzgarları kapıları çalmaya başladı. Hatta aşındırmaya başladı…
Kopanları, koparılanları, devşirilenleri, ben kendiliğimden gittim diyenleri, hür irademle diye ahkam kesenleri, şu çağırdı, bu çağırdı diye işi tatlandıranları, gitmeden kendine yer ve zemin ayarlayanları, hazırlayanları yarım asırdır dinleye dinleye bir hal olduk…
Yalan rüzgârı diye bir dizi vardı bir zamanlar. Ayrılığın içinde bir de yalan varsa tadından yenmez mi, yoksa işin içinden benim diyen dahi çıkamaz mı?
Zaman dediğimiz şey garip bir değirmen…Garip bir öğütücü…Ne var insanın elinde? Koskocaman bir hiç!
Süleyman’a kalmamış dünya… Varsın ayrılık rüzgarlarına kapılıp gitsin giden…Vuslatın o vuslat çiçeği vuslat gerçekleşmedikçe açmaz…
Siz o vuslat çiçeğini gül bilin, leylak bilin, menekşe bilin, lale bilin, sümbül bilin.
Aşkın kapısında açar o çiçekler…
O çiçeklerin açtığı yerde ah olmaz, beddua olmaz, kem söz bulunmaz…
*****
Takıldık ayrılık rüzgarının peşine…Takıldık hatıraların, verilen sözlerin, neredeyse yemine varan yaklaşımların peşine, takıldık ne demiştin niçin caydın sözünden diye mangalda kül bırakmayanların peşine.
Bazı mevzular yol olmuş, yol yapılmış, derin kazılmış. Mademki var böyle bir yol, mademki akıl çelenler, gönül çelenler iş başında…
Kıyamet kopmadı ya…
Vuslatın çiçeği açtığında görün siz Manzarayı Umumiyeyi…
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.