Erol Sunat

Erol Sunat

Aşcının Hikayesi

Aşcının Hikayesi

Uzun uzun zaman önce memleketin birinde şikayeti çok seven, birbiriyle geçinemeyen, sevgisi ve hoşgörüsü olmayan insanların fazla olduğu anlatılan bir şehir varmış. Bu şehre yakın mesafede ki bir kasaba ise, neredeyse şehrin küçük bir kopyası gibiymiş.

Bu kasabada neredeyse huzur huzursuz edermiş insanları. Herkes herkesin ektiğine, diktiğine karışır, kimin mahsulü az biraz iyi olsa, benim neden onun kadar iyi olmadı diye haset edenler, uykusu kaçanlar, komşusunun bahçesini tarlasını, tarumar ederlermiş.

Her gün o kadar çok olay olurmuş ki, Subaşının adamları bıktık, usandık bu kasabadan derlermiş.

Bu kasabada pek namlı bir aşçı yaşarmış. Bu aşçı her yemeği güzel pişirirmiş amma, kavurması meşhurmuş. Kavurma yemeğe beyler, ağalar hususi olarak gelirler, aşçı da onlara evlatlarıyla birlikte hizmet eder, ünü her geçen gün daha da artardı.

Aşçının en güzel huyu, hiç kimseye karışmaması, kimseyi çekiştirmemesi, hiçbir olaya karışmaması, çoluğunu, çocuğunu da bu işlerden uzak tutmasıymış. Sırlı ve ketum bir adammış. Kim ne söylese onda kalırmış. Onun dedikodu yaptığını, birisi aleyhinde bir şeyler söylediğini duyanda da olmamış, görende.

El lezzeti denen kabiliyet onda ve büyük oğlunda mevcutmuş. Aşçı yalan bilmez, hile bilmez, hurda bilmez, hasetlik yapmaz, kimseyi kıskanmaz, kimseyle yarışmaz, herkesle barışık birisiymiş.

Ancak kasabada iki tane daha aşçı varmış…Bu aşçıların biri sinsi ve içten pazarlıklı aç gözlü, bir adammış. Kasabalılar, aşçının eski çıraklarından derlermiş. Aşçı huyunu beğenmediği için, kapının önüne koymuş, o da aşçılığı şehirde ki bir ustanın yanında öğrendikten sonra gelip kasabaya aşçı dükkanı açtı diye anlatırlarmış.

Bir diğer aşçı ise, aşçıya uzaktan akrabaymış. O da aşçılığı uzak diyarlarda öğrenmiş, çok uzun yıllar sonra kasabaya gelmiş, o da aşçı dükkanı açmış. Onunda kıskançlığı ve hasetliği çok fazlaymış.

Şehrin ileri gelenleri, ağaları, beyleri aşçının dükkanına gelmeye başladıkça diğer iki aşçı hırslarından ne yapacaklarını bilemezler, ancak lezzet konusunda kendilerinden yaşça büyük olan aşçıya yetişemezlermiş.

Bir gün Vali Paşa tebdili kıyafet eylemiş kasabaya gelmiş. Önce uzak diyarlardan gelen aşçının dükkanına girmiş. Hali ahvali sormak için ortaya bir soru atmış. Genç aşçı, beyim demiş, şurada üç kuruş kazanacağız, gelen benim uzaktan akrabanın dükkanına gidiyor. Yemek yaptığımız et aynı et, yağ aynı yağ, ben ki uzak diyarların en muteber aşçılarının yanında çalıştım. Ne yaptıysam olmadı, adamı geçemedik. Bu arada dükkana başka müşterilerde girmişler. Vali Paşa onlara da sormuş hali ahvali, Beyim diye bir başlamışlar dedikoduya, kasabanın ve şehrin neyi var, nesi yok dökülmüş dükkanın orta yerine!

O ustanın demişler, hayatı işi olmuş. Adamın şakası yok, takılması yok, güzel lafı yok, aşçı muhabbetli olacak, konuşkan olacak, ne konuşuldu, gelen gidenle paylaşacak. Ona söylenen onda kalır. Sorsan demez, ser verir, sır vermez, yüzü gülmez, değişik bir insan. Lakin laf aramızda yemekleri herkesten lezzetlidir…

Vali Paşa üç-beş gün sonra, diğer aşçının dükkanına varmış. Aşçı gelenin rastgele biri olmadığını hemen anlamış. Bu gelen demiş belli ki Vali Paşanın yanındakilerden biri. Başlamış ufaktan ufaktan konuya girmeye…

Beyim demiş, biz bu mesleği Şehirde aşçıların piri sayılan ağamızdan öğrendik. Bir zamanlar yanında çırak durduğum şu karşıki dükkandaki aşçıyı, şehirdeki aşçı ağam da hiç sevmez. Bir tarihte ikisi de aynı ustanın yanında yetişmişler. Ustaları ilk ustalık kuşağını bu aşçıya bağlamış. Ustamın gözünü boyadı, benim önüme geçti, aslında hak benimdi diye çok anlattı ustam diye içinde ne var, ne yok bir bir dökmüş. Onun dükkana da, gelenler gidenler, kasabanın hatta şehrin ne kadar dedikodusu varsa hepsini bir-bir sayıp dökmüşler.

Aradan bir on gün kadar geçmiş, Vali Paşa yine tebdili kıyafet selam verip girmiş herkesin konuştuğu o aşçının dükkanından içeri. Ustam demiş, senin kavurmanı pek bir methettiler. Onun için çıkıp geldim. Usta kavurmayı Vali Paşanın önüne koymuş ki, dükkana üç adam girmiş. Vay arkadaş demişler, bu kasabada ne kadar çok olay varmış böyle, tam yerine düştük. Aşçı anlat bakalım, bu kasabanın en zengini kim, tanış olmak isteriz. Birde en çok ağzı laf yapanı kim, onu da bize bul o da bize lazım.

Aşçı, çıkın dükkanımdan demiş. Benim dükkanımda dedikodu yapan, fazla soru soran, art niyetli olan yemek yiyemez. Birisi kabadayılık yapmaya kalkınca da, aşçının oğulları adamları kollarından tuttukları gibi atmışlar dışarı.

Aşçı, kim olduğunu hiç bilmediği Vali Paşaya kusura bakma beyim demiş. Sizi de rahatsız ettik. Benim dükkanımda böyle şeyler olmaz, müsaade etmem. İnsanlar sadece yemeklerini yer gider. Derdi olan varsa anlatır. Çare bulacaksak çare buluruz, derdine derman oluruz. Hepsi bu…

Aradan bir ay kadar geçmiş. Vali Paşanın adamlarından biri, Paşam demiş, şu aşçısı meşhur kasaba vardı ya, o sevdiğimiz aşçı bir iftiraya maruz kalmış. Kadı Efendi, aşçıyı atmış zindana…

Vali Paşa, Kadı Efendiyi de almış yanına tebdili kıyafet eyleyip varmışlar kasabaya…

Kasabada dedikodular havada uçuşuyormuş. Bak gördün mü diyorlarmış, adamları zehirledi. Allah’tan ölmemişler. Kadı Efendi eli öpülesi adammış arkadaş, bak ne yaptı, tuttu kulağından attı zindana… Zindanda yılanlara, çıyanlara, farelere pişirsin artık kavurmayı…

Vali Paşa bu kasabada demiş doğruları anlatan bir Allah’ın kulu yok mu diye sorunca, adamları öyle biri var Paşam demişler. Yaşlı bir kadıncağız. Ancak derdimi yalnızca Vali Paşaya anlatırım, ondan başkasına değil demişti.

Ertesi günü yaşlı kadını Vali Paşanın huzuruna getirmişler. Kadı Efendi de oradaymış. Vali Paşa anacığım demiş, ben bu şehrin Vali Paşasıyım. Her ne anlatacaksan dinliyorum.

Yaşlı kadın Vali Paşa demiş, madem ki Paşasın kulağını iyi açta beni dinle! Bizim kasabada fesat ve fitne ocakları var. Bu ocakları kurutacaksan anlatayım. Yok senden öncekiler gibi, dinleyip dinleyip başından savacaksan, beni buraya boşa çağırdın. Vali Paşa olur mu anacığım demiş, sen dahil herkes görecek neler yaptığımı, kasabanda kurtulacak bu musibetten, şehirde. Kadın dinle o zaman demiş başlamış anlatmaya. Ne diyordum demiş, fitne -fesat ocakları.  Her laf oralardan çıkar, şehirde ulaştığı yerlerde var. Aşçı işinden başka bir şey bilmez. Allah’ın adamı. Onun sülalesi de böyleydi. Ancak haset ve fesatlar onları hiç sevmediler. Yaşlı kadın, aşçının mutfağına kimlerin girdiğini, kimlerin yemeklere zehir kattığını, kimin kimi teşvik ettiğini birer birer anlatmış. Haset ve fitne ocaklarını da.

Sonrada, Paşa demiş, eğer bunları yakalamazsan, aşçıyı zindandan çıkarmazsan kasabamızı kurtarmazsan, yarın huzuru mahşerde iki elim iki yakanda olacak bilesin. Vali Paşa merak etme anacığım demiş, sen vazifeni yaptın, sıra bende.

Vali Paşa ve Kadı Efendi, önce aşçıyı serbest bırakmışlar. Var git dükkanını aç demişler. Kasaba felaket karışmış. Ucu bana da dokunur mu diyenlerin bir kısmı kasabadan, bir kısmı şehirden kaçma hazırlığına başlamışlar. İşte o esnada, bu işte elebaşı olanları konağında toplayan şehrin Aşçı Ağası, son bir çare kaldı demiş, o aşçıyı bu akşam ortadan kaldıracaksınız. Yakalayın koyun bir çuvala, çıkarın şehir dışına, alın kellesine atın bir kuyuya…

Gündüz vakti şakiler, haramiler basmışlar aşçının dükkanını. Dükkanda müşteri gibi duran muhafızlar her birini yakalayıp konuşturmuşlar. Kimseler uyanmasın diye, aşçıyı da eli ayağı bağlı şekilde bir ata bindirip götürmüşler. Kasabadaki fesatlar, hasetler, kıskançlar bayram yapmışlar.

Gece vakti olduğunda, o bayram yapanların, sevinenlerin, laf uçuranların, laf taşıyanların her biri yakalanıp atılmış zindana…

Kadı Efendi, Aşçı Ağasını çağırmış huzuruna.  Gel bakalım fitne başı demiş. O küçük kasabada da bu şehirde ki fitnenin başı, çıban başı sensin. Sonra çağırmış şahitleri.

Anlatırlar ki, o tarihten sonra ne o şehirde, ne de o küçük kasabada bir daha fitne ve haset ocaklarını yakan tüttüren olmamış. Cezasını çeken çekmiş affedilenler tövbe etmişler.  Aşçı Ağası ve sülalesi bütün adamlarıyla birlikte şehirden sürgün edilmişler. Bir daha onların nereye gittiğini bilende olmamış, merak edip soranda. Kasabadaki diğer iki aşçıda onunla birlikte sürülüp gidenlerdenmiş.

Şehir şehire, Vali Paşa Vali Paşaya, Kadı Efendi Kadı Efendiye, Subaşı Subaşıya, Aşçı Aşçıya, haset hasede, fesat fesada, fitne fitneye, kıskanç kıskanca, yaşlı kadın yaşlı kadına benzer…

Bir kıssadır anlatılan. Her kıssadan bir hisse alına denmiştir. Bu hikayede, anlatılanlarla bir benzerlik var ise, tamamen tesadüften ibarettir. Ne kimse gönül koya, ne de alınganlık göstere…

Sürçü lisan eylediysek affola…

Bir daha ki sefere daha güzel bir hikaye anlatırız inşallah…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Erol Sunat Arşivi
SON YAZILAR