Kaybolanların hikayesi
Uzun uzun zaman önce memleketin birinde sanatkârların çok olduğu, sanata ve meslek dallarına değer verilen bir şehir varmış. Bu şehir bu işte çok ileriye gitmişse de, gel zaman git zaman araya hasetlik girmiş, fitne girmiş, kıskançlık girmiş, laf taşıyanlar girmiş, sanat ve sanatkârlık ara ara zaafa uğramış.
Şehri ikiye ayıran nehrin üzerinde eski bir taş köprü varmış. Tarihi bayağı bir eskiymiş. Ancak sırlarla dolu, esrarengiz bir köprüymüş. Bir gece, köprü üstünde iki kişinin tartıştığına şahit olanlar, ertesi gün duymuşlar ki, o tartışan insanların ikisi de kayıp.
Konuyu araştıranlar, şehrin en eski terzilerinden birinin en son köprü üzerinde kalfasıyla tartıştığını, ertesi günü her ikisinin de izine rastlanmadığı anlatmışlar. On gün kadar sonra iki çömlekçi, köprü üzerinde birbirlerine girmişler, birbirlerinin kafasında çömlek kırıp, kafalarını, gözlerini yarmışlar, ahali güçlükle araya girmiş ayırmış, olay sabahında bir de bakmışlar ki, onlarda yok!
Neşeli şen, şakacı bir Helvacı varmış. O güne kadar değil kavga etmek, kimseyle tartıştığını dahi gören ve bilen yokmuş, bu olaylardan üç-beş gün sonrası, hiç bilmediği tanımadığı biri ile köprü üzerinde itişmeye başlamış. Olayın şahitleri, o adam demişler, helvacıyı belinden yakaladığı gibi, attı köprüden aşağıya. Helvacı suyun içinde batıp çıkmaya başlamıştı ki, onu köprüden atan adam atlamış suya, helvacıyı, suyun içine gömmüş. Nehrin sularına kapılıp gitmişler birlikte!
Bu olayları ne şehrin Kadısı çözebilmiş ne de Subaşı! Vali Paşa, Payitahttan yardım istemiş. Ancak beklediği yardım gelmemiş. Olaylar gitgide manasız, mantıksız bir hale gelmiş. Artık, kimse köprüden karşıya geçmek istemiyormuş. Köprü şehri ikiye ayıran kör bir nokta olmuş. Nehir çok geniş olduğu için üzerine kolay kolay bir başka köprü yapmakta mümkün olmuyormuş.
Aslında köprü ustaları varmış amma, hiç kimse istekli değilmiş. Vali Paşa, Sultana mektuplar yazmış, özel ulaklar yollamış. Kalkmış kendi gitmiş, Sultan meraklanma diyormuş, çözeceğiz bu işi. Aylar geçmiş, her ay mutlaka birkaç kişi köprüden düşüyor, atılıyor, bilinmeyen bir şekilde ortadan kayboluyormuş.
Şehri almış bir korku, herkes gölgesinden dahi korkmaya başlamış. Kim dost, kim düşman bilen yokmuş. Sonunda öyle bir zaman gelmiş ki, kardeşin kardeşe güveni ve itimadı kalmamış.
Günlerden bir gün, şehrin hanlarından birine konan kervandan bir adam, Hancı demiş, niyetim birkaç gün bu şehirde kalmak. Hadi beş gün olsun. Al şu beş günlük parayı, bana şu köprünün hikayesini anlat! Hancı ne biliyorsa, şahit oldukları da dahil tafsilatlı bir şekilde anlatmış.
Yabancı takmış kılıcını beline, handan çıkmış, gelmiş köprünün üzerine. Köprünün ortasına kadar gelmiş. Hancı olan biteni kaçırmamak adına, köprünün başına kadar gelmiş. İçinden, eyvah demiş, iyi birine benziyordu. Yazık olacak. Çok geçmeden köprünün karşı yakasından iki adam köprünün başına gelmişler. Bu da kim demişler. Bu köprünün, bu nehrin, bu şehrin hikayesini bilmez mi?
Biraz daha yürüyüp yabancının yanına yaklaşmışlar.
Yabancı demişler, deli misin nesin? Bu köprüde kaç kişi kayboldu, hiç mi duymadın? Yabancı duydum demiş, duydum da geldim. Adamlar ne yani demişler, niyetin ölmek mi? Yabancı bu esrarengiz kaybolmaların sebebi ne diye merak ettim demiş, memleketin her yerinde bu şehir konuşuluyor.
Yabancı köprüyü bir uçtan bir uca geçtikten sonra, bir aşhaneye girmiş, karnını doyurmuş, sonra tekrar köprüyü geçip, kaldığı hana gelmiş. Hancı, yabancı demiş, gözü kara birine benzersin, niyetin ne senin? Yabancı, hancı demiş, bu şehrin bu durumu yabancı diyarlarda dahi merak konusu. Yarın öbür gün, macera heveslisi, gözü kara ne kadar savaşçı varsa bu şehre gelecekler.
Ölüme meydan okuyacaklar! Kimse bu kaybolmalara sebep olanlar, onlarla çarpışacaklar. Anlayacağın bu şehrin sırları çok sürmez çözülür demiş. Yabancı pek de haksız sayılmazmış. Yabancı diyarlardan mızraklı, iyi ok atan, kılıç kullanmakta mahir savaşçılar şehre gelmişler.
Köprüyü kendilerine mekân tutmuşlar. Ne olacak, karşımıza kim çıkacak diye de, kendi aralarında birlik oluşturmuşlar. On kadar savaşçı, köprüden bizden habersiz kuş uçamaz diyerek, köprüye hakim olan bütün noktaları tutmuşlar.
Ertesi sabah, şehir ahalisi köprünün her iki tarafından köprü başına gelmişler. Bir de bakmışlar ki, köprüde bir Allah’ın kulu yok. Savaşçılardan da en ufak bir iz yok! Hepsi nereye kaybolmuşlar diye ahali korku ve ürpermeyle gerisin geriye evlerine girmiş kapanmış. Yabancı okunu yayını ve atını almış, köprünün ortasına gelmiş sermiş postu.
Gece yarısı olmadan çekmiş örtüyü üzerine. Oldukça kapalı ve karanlık bir gece varmış. Yabancı üzerine örttüğü örtünün altına okunu yayını ve kılıcını hazır etmiş. Çok geçmeden köprünün belirli yerlerinden gizli kapaklar açılmaya ve o kapaklardan bazı adamlar sürünerek kendine doğru gelmeye başlamış.
Yabancı ilk yaklaşanı attığı okla vurmuş. Sonra da çekmiş kılıcını hangi kapaktan kim çıktıysa almış kellesini. Teke tek vuruşmada oldukça mahirmiş. Adamlardan birini canlı yakalamış. Kimsiniz siz demiş, ne istersiniz bu insanlardan, ne istersiniz bu şehirden. Adam sert bir hareketle kurtulmuş elinden atmış kendini köprüden aşağıya. Kurtulmuş mu, ölmüş mü, o karanlıkta görmek mümkün olmamış!
Ertesi gün, yabancı, Vali Paşanın yanına çıkmış, Paşam demiş, köprünün sırrını çözdüm. Olan biteni anlattıktan sonra, o kapakların nereye açıldığını, gittiğini bulmam lazım, bana birkaç adam verin. Vali Paşa yabancının yanına birkaç adam vermiş. Onlarda yabancıyı alıp zindana atmışlar.
Gece Zindancı başı, yabancının yanına gelmiş, yabancı demiş, kimsin, nesin, necisin bilmem, ancak bu Vali Paşa bir isyan hazırlıyor, seni bu şehirden çıkaracağım, çünkü köprünün sırrını bugüne kadar bir tek sen çözdün. Bu şehre tesadüfen gelmedin diye düşünüyorum.
Yabancı gecenin karanlığında şehrin dışına çıkmış, sürmüş atını. Yabancı birkaç saat at sürdükten sonra, bir hana gelmiş. Hanın kapısında bekleyenler, yabancıyı alıp, Hanın içinde bir odaya getirmişler. Yabancı, odadan içeriye girmiş. Sultanım demiş, köprünün sırrını çözdüm. Durumu Vali Paşaya anlattım, o da beni zindana attırdı. Sultan, Zindancı başı benim has adamlarından demiş. Sana benim kendi muhafızlarımdan bazılarını veriyorum. Çöz şu meseleyi. Köprü nereye çıkıyor, Vali Paşayı yakala al getir bana! Yabancı, elli kadar muhafızla birlikte şehrin surlarının dibine gelmiş. Kendini bekleyen Zindancı başıyla birlikte şehre girmişler sabaha karşı.
Köprünün kapaklarını bulduktan sonra, o kapaklardan girmişler içeriye. Köprünün altındaki tünel, bir süre sonra üç ayrı yöne açılmış. Bu yönlerden biri Vali Konağına, ortada olanı şehrin meydanına, üçüncü tünelde şehrin dışına çıkıyormuş. Yabancı elindeki askerleri üçe bölmüş. Karşılarına kim çıktıysa, saf dışı bırakmışlar. Yabancı şehrin dışına çıkan tünelden çıkınca bir de bakmış ki, tünel bir ormanlığa ve oradan da büyükçe bir otağa çıkıyormuş.
Askerlerle birlikte otağı basmış, Vali Paşayı kıskıvrak yakalamış. İşte tam bu sırada Sultan yetişmiş. Yabancı Vali Paşa’yı Sultana teslim etmiş. Vali Paşa’nın adamları akşama kadar tek tek yakalanmış. Karşı koyanın kellesi gitmiş, aman dileyen, şehirden sürgün edilmiş!
Anlatırlar ki; Tüneller kapatılmış, kaybolanların birçoğu sağ olarak bulunmuş. Yabancı, şehrin yeni Vali Paşası olmuş. Korku dolu şehir, eski haline geri dönerken, bir daha kimse kaybolmamış!
Şehir şehire, Sultan Sultana, Yabancı yabancıya, Han hana, Hancı hancıya, ahali ahaliye, Vali Paşa Vali Paşaya, Zindancı başı Zindancı başına benzer…
Bir kıssadır anlatılan. Her kıssadan bir hisse alına denmiştir. Bu hikayede, anlatılanlarla benzerlik var ise, tamamen tesadüften ibarettir. Ne kimse gönül koya, ne de alınganlık göstere…
Sürçü lisan eylediysek affola…
Bir daha ki sefere daha güzel bir hikaye anlatırız inşallah…
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.