Aynaya bak gör halini!
Ego savaşlarımız, olduğundan fazla görünme hevesimiz, bu hevesin prim yapması, adına sözde medeni cesaret denen günümüz versiyonunun edep ve adap kavramlarıyla dalga geçmesi, bu dalga geçmeyi alenileştirmesi, argo hitapların, özellikle küfrederek konuşmanın git gide taraftar bulması, seyircisiyle küfürlü konuşarak isim yapan sanatçıların yükselişe geçmesi olağan işlerden oldu!
Güzel sanatlar sindi! Tiyatro perdelerini çekti! Roman ve hikâye yarım kaldı efkârından!
Şiir döndü arkasını, hıçkıra hıçkıra ağlıyor ıssız sokaklarda!
Edebi sanatların birçoğunun mezarlarını yan yana kazmaya başladık!
Arkadaşıyla konuşur gibi “lanlı-lunlu” ana ve babasıyla konuşan, bu konuşmaya da ne var bunda diyen evlatlar türedi!
Şımarıklık, haddini bilmezlik, seviyesizlik, terbiye dairesini aşmak insanların paçalarından akmaya başladı!
Yüzlerine sevgisizlik hâkim olan eşler, çocuklar, dostlar ve yakınlar aynalara bakmaz oldular!
Sevgi ve saygı başta olmak üzere en çok değer verilen, üzerine titrediğimiz kavramlar yedi-sekiz şiddetindeki depremler karşısında yıkıldılar.
Artçıları dahi en az altı şiddetinde…
Ayakta kalanları da yıkıp atıyor!
Zayiat çok fazla….
Çöküntü ve enkaz altında kurtulmayı ve kurtarılmayı bekleyen kavramlara dönüp bakan yok!
Hatta kimsenin umurunda değil!
Dil tarumar! Argo ve küfür baş tacı!
Kendi dilinin güzelliğini, zenginliğini onca yıl geçmiş olmasına rağmen fark edemeyenler, saçmalamaya devam ediyorlar!
Saçmalama zirvede! Neyi alkışladığını ve neye güldüğünü bilmeyenler her yerdeler!
*****
Yapıcı değiliz, arabulucu değiliz, barıştan, barışmadan, barıştırmaktan yana değiliz! Varsa yoksa kavga, tartışma, sataşma, laf atma, laf çarpma!
Adı barış olan güvercinin tüyleri ne barışı, ne barışması, kimse bu kavramın adını anmasın diyenler tarafından o kadar çok yolundu ki, güvercinler ve barış küs bize, hatta hepimize!
Bu hırsın, bu öfkenin, bu kin dolu bakışların ne bittiği var ne biteceği!
Kırıcı ve incitici olmaktan kaçınmıyoruz!
Yaptığımız hataları kabullenmediğimiz gibi, gönül almayı, özür dilemeyi, kusura bakma demeyi, hakkını helal et demeyi dahi unuttuk!
Her ne yaptıysa, her defasında kendini haklı görenler, haklı çıkartanlar ne mi diyorlar?
Ben kimseden özür dilemem!
Dile arkadaş! Dilemedin de ne oldun? Nesin, kimsin, necisin diyenimiz neden yok? Bilen yok!
Özür dilemeyen devam ediyor egosunu tatmin etmeye!
Ben kimsenin yanına gitmem! Kaç paralık adam ki, onun yanına, onun ayağına gideyim, o benim ayağıma gelsin!
Adamın konumu, mevkisi, makamı özür dilemeye neden engel olsun ki?
Gönül alsa, alttan alsa ne kaybedecek?
Etrafını çevreleyenlere göre çok şey! Özür dilemek zaaftır, geri adımdır, zayıflıktır, sana yakışmaz denilenler özür diler mi?
Neden dilesinler ki…
O kadar şişirildikten sonra, ayağını gazdan çekmeyen çevre, takmış en son vitese….
Ne mi diyorlar? Özür dileme ki, daha da yücel, daha da yüksel, daha da büyü! Küçüldükçe küçülenler ne zaman büyüdüler ki?
*****
Özür dileyecek insanı, özür dilemekten uzaklaştıranları, kendilerince ona paye kazandırdıklarını düşünenlere ne demeli?
Aferin mi? Kılavuzu karga olanın diye başlayan o cümlenin tamamını mı?
Hz. Mevlânâ, "Hadi yaramı sarmaya merhemin yok. Yalandan da olsa gönül alamaz mısın?" demiyor mu?
Sözüm ona Hz. Mevlânâ’ya toz kondurmayanlar, ezberlerinde en az üç beş sözü olanlar bayılıyorlar ahkam kesmeye…
Lakin özürle araları yok! Olsa da öylesine, zoraki, mecbur kalındığında, işleri görülmediğinde!
Şöyle bakın bir etrafınıza, en yakınlarınızdan başlayın, siyasete kadar şöyle bir uzanın…
Yalandan dahi gönlünüzü alan kim var?
Kim kaldı? Kimin kalbi size karşı yumuşadı?
Açıkgözlerin, çıkarcıların, yüzünüze gülüp kuyunuzu kazanların, gözü doymayanların, aslında iyi olduğunuzu, başarıl olduğunuzu asla istemeyenlerin nasıl bir kalp taşıdığını hâlâ öğrenemediniz mi?
Değişik bir zaman dilimindeyiz!
Dost o eski dost değil, arkadaş o eski arkadaş değil, akraba o eski akraba değil, kardeş o eski kardeş değil, hatta evlat o eski evlat değil!
Hepimize bir haller oldu! Para, çıkar, menfaat her şeyin önüne geçti.
*****
Teşekkür konusunda da zorlanmalarımız az değil; Var bir teşekkür et. Adam teşekkürü bir değil bin kere hak etti denilenlere, teşekkür etmek bir türlü içimizden gelmez!
Neler-neler demeyiz ki; Ortada teşekkür edilecek bir konu yok! Neden teşekkür ediyorum!
Kim ki o?
Teşekkür öyle kolay değil! Herkese ve her şeye teşekkür edilmez!
Ne yaptık, aldık teşekkürü kırk kat bohçaya sardık, bir sandığın içine koyduk, kilitledik, kapattık!
Teşekkür sanki bizim tasarrufumuzda…
Teşekkür edilecek ne yaptı ki, diyenlerimizin ekserisi, kibar geçinir geçinmesine de, kibarlık semtlerinden geçmez!
Nazik olarak bilinirler, naziklikle nezaketle araları oldum olası mesafelidir!
Çok yumuşak ve tatlı konuşuyor diye anlatılanlarımız, tatlı ve yumuşak konuşmak çıkarlarına uygunsa döktürür, değilse kök söktürür!
Bu dönem, böyle olanların da ipliğini pazara çıkardı!
Gurur ve kibirlerine nasıl yenildiklerini, nasıl tuş olduklarını anlayamayanlar pek çok!
Arkadaşlar, hâlâ bizi kimse anlayamadı, kimse çözemedi sanıyorlar! Bilmiyorlar ki, Üsküdar’da sabah oldu!
*****
Eskiler aynaya bak, aynaya bakmadan olmaz derlerdi.
Bazılarımız soruyor? O dediğin hangi ayna?
Ben zaten bakıyorum aynaya, her ne diyorsan o dediğini göremiyorum!
Ayna bildiğiniz ayna…
Hz. Mevlânâ, “Aynada çirkinliğini görünce aynaya kızma...” diyor.
Aynalara gönül koymak…Aynalara içerlemek…Aynalara dargın olmak…Aynalara kızmak...
Hemen hepimizin yaptığı işlerden.
Kendine kızamayan, kendinde var olan yanlışlıkları ve hatayı başka şeylere yüklemeye çalışanlar kızar aynaya...Hem aynalara...Hem aynanın görevini, ayna misali yapan insanlara!
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.